Bu deney 1971 yılında Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü tarafından gerçekleştirilen ve sonuçları bakımından oldukça dikkat çekici olan bir deneydir. Deney; “İyi insanları şeytani bir yere koyarsanız ne olur? İnsanlık şeytanı yenebilir mi, yoksa şeytan zafere mi ulaşır?” sorularından yola çıkılarak düzenlenmiştir. Deneyin sonucunda oldukça dramatik sonuçlara ulaşılmıştır ve eminim okuyanlar da sonuçları gördüklerinde oldukça şaşıracaklardır. Öyle ki, deneyin 2 hafta sürmesi planlanmasına rağmen beklenmedik sonuçların alınması üzerine 6. gününde sona erdirilmek zorunda kalınmıştır. Peki deney nedir ve elde edilen sonuçlar nelerdir?
Deney, yukarıdaki 2 sorunun cevabını bulmak adına, Stanford Üniversitesi öğrencilerinden oluşan bir grubun rastgele olarak mahkumlar ve gardiyanlar olmak üzere iki farklı gruba atanması üzerine kurulmuştur. Gönüllülük esası ile seçilen öğrencilerin, gerçek hayatta hiçbir adli kaydı yoktur. Ancak, gerçekçiliğinin de arttırılması adına deney, gerçek bir adli prosedüre uygun şekilde yürütülmüştür. Her şey sessiz bir ağustos sabahında başlar. Öğrenciler polis tarafından toplu şiddet eylemlerine katılmak, silahlı soygun ve hırsızlık gibi çeşitli suçlardan dolayı gözaltına alınır. Hiçbir şeyden haberi olmayan komşularının meraklı ve şaşkın bakışları altında kelepçelenip polis araçlarına bindirilirler. Siren sesleri altında polis merkezine getirilirler.
Polis merkezine getirilen öğrenciler(denekler) olağan adli prosedürden geçirilirler. Kendilerine hakları okunur, parmak izleri alınır ve kimlik bilgileri tespit edilir. Daha sonra da alınıp kaderini ve böyle bir duruma nasıl düştüğünü düşünmek üzere gözleri bağlı bir vaziyette bir polis eşliğinde hücresine götürülür. Deney başlamıştır.
Denekler hakkında biraz daha bilgi verecek olursak: Denekler, 70’den fazla kişi arasından seçilen 24 üniversite öğrencisinden oluşmaktadır. Grubun 24 kişiye indirilmesi, adli kaydı bulunanların, psikolojik ya da fiziksel rahatsızlığı bulunanların elenmesi ile sağlanmıştır. Ayrıca katılımcılara deneydeki her günleri için 15 $ verileceği belirtilmiştir. Kalan bu 24 denek, sağlıklı, akıllı, orta sınıf erkeklerden oluşan bir gruptur. Daha sonra denekler bozuk para atışı ile mahkumlar ve gardiyanlar olmak üzere iki gruba ayrılır. Burada unutulmaması gereken, deneklerin başlangıçta birbirinden herhangi bir farkı bulunmayan bireyler olduklarıdır.
Denekler, uzmanların ve eski hükümlülerin görüşleri ve yönlendirmeleri doğrultusunda hazırlanmış olan ve gerçek bir hapishaneden bir farkı bulunmayan bir ortama kapatılırlar. Öyle ki, zaman kavramını hatırlatacak olan ne bir pencere ne de bir saat vardır. Kapatıldıkları ortam, kapalı devre kamera sistemi ile 24 saat gözetlenebilmektedir. Böylelikle her yapılan kayıt altına alınabilecek ve deneyin amacı olan “Hapishane ortamının psikolojik etkisi” rahatlıkla gözlemlenebilecektir.
Tekrar deneye dönecek olursak, sürpriz bir şekilde tutuklanan ve gözleri bağlanan denekler, polis aracına bindirilerek “Stanford Bölge Hapishanesi”ne götürülürler. Her biri tek tek hücrelerine götürüldüler. Burada gardiyanlar tarafından karşılandılar ve mahkum statüsünde oldukları ve durumlarının ciddiyeti yine gardiyanlarca kendilerine açıklandı.
Her bir mahkumun üzeri arandı, çıplak kalacak şekilde soyuldu ve olası bit ve parazitlere karşı dezenfekte edildi. Bu aşama, mahkumların aşağılanması ve dışarıdan herhangi bir paraziti hapishaneye taşımaması için tasarlanmıştı. Tasarlanmış olsa da bu aşamaların uygulandığı, Danny Lyons’un Teksas Hapishanesinde çekmiş olduğu fotoğraflardan bilinmekteydi. Bu aşamanın ardından, her bir mahkuma standart hapishane üniforması giydirildi. Ayrıca saçları, kadın çorabı ile kapatıldı ve ayaklarına bazı hapishanelerde olduğu gibi zincirler bağlandı. Tüm bu işlemlerin ardından bazı mahkumların yürümesinde ve oturmasında bazı değişiklikler gözlemlendi. Bu değişik hareketler, bir erkekten çok bir kadını andırmaktaydı.
Biraz da gardiyanlar cephesinden bahsedilecek olursa, deneklerden hiç biri nasıl gardiyan olunacağına dair bir eğitime tabi tutulmamıştı. Ancak kendilerine görevlerinin ciddiyetinden ve ne gibi riskleri olduğundan bahsedildi. Bunu süreç profesyonel gardiyanların danışmanlığı ile yürütüldü.
Gardiyanlar da tek tip üniformalar ile giydirildi ve her birine birer düdük ve birer jop temin edildi. Ayrıca her gardiyanın güneş gözlüğü takması sağlandı. Daha pek çok ayrıntı, deneyde oldukça açık anlatılmasına karşın, yazının gereksiz yere uzamaması için bunlara değinmeyeceğim.
Gardiyanlar, gece saat 2.30’da, sayım yapmak amacıyla düdükler eşliğinde mahkumları uyandırıyordu. Bu mahkumlar ile gardiyanların yüz yüze gelmelerinin başlangıcıydı. Ancak ilk başlarda ne mahkumlar ne de gardiyanlar tam olarak rollerine kendilerini verememişlerdi ve pek ciddi davranmıyorlardı. Fakat daha sonraları, gardiyanlar tarafından mahkumlara bazı cezalar(şınav) verilmeye başladı. Başlangıçta bunlar cezalandırmaların minimal hali olarak değerlendirilse de ilerleyen zamanlarda gardiyanlardan bir tanesinde kayda değer bir değişim gözlendi. Bu gardiyan, yerdeki mahkumların kimi zaman sırtına basıyor kimi zaman da oturuyordu. İlk günün olaysız geçmesi, gözlemcilerin, ikinci günün sabahında meydana gelecek olan isyana hazırlıksız yakalanmasına neden olmuştu.
Mahkumlar başlarındaki çorapları çıkarmış, üniformalarındaki numaraları sökmüş ve yataklarından yaptıkları bariyerler ile kendilerini hücrelerine kapatmışlardı. Şimdi asıl sorun böyle bir durumda ne yapılacağıydı? Mahkumların aynı zamanda küfür etmeleri ve lanet okumaları, gardiyanları oldukça kızdırmıştı. Sabah vardiyası gelip de gece vardiyasından görevi devraldığında düşündükleri şey gece vardiyasının fazla yumuşak davrandığıydı. Yeni gelen vardiya isyan ile kendi başına ilgilenmek zorundaydı ve bunun için yaptıklarını izlemek, deneyi tasarlayan ve gözlemleyen araştırmacıları adeta büyülemişti.
İlk yaptıkları, diğer vardiyalardaki gardiyanları takviye olarak çağırmak oldu ve güce karşı güç kullanma kararı aldılar. Yangın söndürme tüplerindeki karbondioksiti kullanarak mahkumları kapılardan uzaklaştırdılar. Zorla içeri girip yatakları hücreden çıkardılar ve mahkumları çıplak kalacak şekilde soydular. İsyanı başlatan mahkumlara hücre cezası verdiler ve mahkumlara tacize ve gözdağı vermeye başladılar.
İsyan bastırılmış olsa da sürekli olarak tüm gardiyanların iş başında tutulması imkansızdı ve buna bir çözüm bulunması gerekiyordu. Gardiyanlardan biri bir çözüm bulmuştu. Psikolojik taktiklerin yerine fiziksel taktiklerin uygulanmasını önerdi ve kabul gördü. Bu amaçla 3 hücreyi “Ayrıcalıklı Hücreler” olarak belirlediler. Buna göre, isyana en az bulaşan 3 mahkum bu hücrelere konularak özel ayrıcalıklar verildi. Üniforma ve yataklarını geri aldılar ve dişlerini fırçalamalarına izin verildi. Ayrıca bu mahkumlara özel yemek hakkı verilirken, diğer mahkumların yemek hakları ellerinden alındı. Burada amaç mahkumlar arasındaki dayanışmayı kırmaktı.
Yarım gün sonra ayrıcalıklı hücrelerdeki mahkumlar alınıp, kötü hücrelerdeki mahkumlar ile değiştirildi. Böylelikle mahkumların kafalarının karışması planlanıyordu ve bu sağlanmıştı. Artık mahkumlar iyi hücrelerdekilerin “muhbir” olduklarını düşünmekteydi ve birden bire birbirlerine şüpheyle bakmaya başladılar.
İsyan, gardiyanlar arasındaki dayanışmayı da arttırmıştı ve artık bu yapılan ne bir deney ne de bir simülasyondu. Gardiyanlar, mahkumları sürekli sorun yaratan kişiler olarak görmeye başlamıştı. Bu nedenle gardiyanlar kontrolü, gözetimi ve saldırganlığı arttırmaya başladılar. Artık mahkumların her hareketi (kişisel ihtiyaçları da dahil)gardiyanların kontrolü altındaydı.
İlerleyen süreçte uğraşılması gereken sorun ise “Toplu Firar” olacağı yönündeki söylentilerdi. Peki araştırmacıların buna tepkisi ne oldu? Gerçekleştirilmesi planlanan kaçışı gözlemlemek mi? Hayır. Bunun yerine, simülasyon hapishanenin güvenliği ile ilgilenmek oldu. Amaç, bu firar girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasını sağlamaktı. Bu amaçla, firarın planlayıcısı olan mahkumun hücresine bir muhbir yerleştirildi ve firar girişiminin planlarını sızdırması sağlandı. Çeşitli alternatifler görüşülse de bir sonuca varılamadı ve deneyim muhtemel bitişi beklenmeye başlandı. Bu sırada araştırmacılardan birini ziyarete gelen bir arkadaşı(yine bir akademisyen olan ve deneyden haberdar olan) oldu. Ziyaretçi durumu dinledikten sonra “Bu çalışmanın bağımsız değişkeni nerede?” diye bir soru yöneltti. Araştırmacı kendini bu deneye ve role o kadar kaptırmıştı ki, hapishanesinde bir firar gerçekleşmek üzereyken arkadaşının böylesine akademik bir konuyu gündeme getirmesi kendisini sinirlendirmişti. Anlaşılan o ki araştırmacı artık bir araştırmacı psikolojisinde değil, hapishaneyi yönetmekten sorumlu bir idareci psikolojisindeydi. Ancak, şanslı bir şekilde, toplu firar söylentisi bir dedikodu olmaktan öteye gitmedi.
Ancak bu süreçte yaşanan tüm olaylar, gardiyanların baskının dozunu daha da arttırmasına neden olmuştu. Aşağılamalar artarak devam etti. Tuvaletlerin mahkumlara sadece elleri ile temizletilmesine varan bir işkence vardı. Günlük sayımların sayısı arttırılmıştı ve şınav, zıplama gibi angaryalar ile fiziksel eziyetlerin sayısı da arttırılmıştı.
Bunu takiben araştırmacılar bir Katolik bir rahibi davet edip mahkumlar ile konuşmalarını sağladılar. Ancak mahkumlardan biri konuşmayı reddetti. Sürekli olarak hasta olduğunu söylüyor, yemek yemeyi reddediyor ve bir rahiptense bir doktorla görüşmeyi tercih ettiğini söylüyordu. Mahkum rahip ile görüşmeye zorlandığında histerik bir ağlama krizine girdi ve doktora götürüldü. Bu sırada gardiyanlar diğer mahkumları sıraya sokmuş doktora götürülen mahkumun kötü bir mahkum olduğunu hep bir ağızdan tekrarlamalarını emrediyordu ve mahkum arkasından gelen bu sesleri duyup ağlama krizini bir türlü sonlandıramıyordum. Ofise gelindiğinde hala ağlıyor ve “Ben kötü bir mahkumum” diye tekrarlıyordu. Araştırmacı bunun bir deney olduğunu, kendisinin de bir mahkum değil diğer herkes gibi bir öğrenci olduğunu hatırlatıp deneği teselli etti. Bu sözlerin ardından denek kendine gelip ağlamayı bırakmıştı ve hücresine geri döndü.
Ertesi gün, tüm mahkumlar alınıp tanımadıkları kişilerden olan bir grubun (sekreterler, eski mezunlar vb.) karşısına tek tek çıkarıldı. Kendilerine, deneyden alacakları paradan feragat etmeleri durumunda şartlı tahliye olabilecekleri söylendi ve pek çoğu bunu kabul etti. Daha sonra mahkumlara bu taleplerinin görüşüleceği, bu sürede hücrelerine geri dönmeleri gerektiği söylendiğinde hepsi itaat etti. Şartlı tahliye sonuçlarına deneyden kendi rızaları ile ayrılarak da ulaşabilirlerdi! Bunun yerine neden itaat etmeyi seçmişlerdi? Çünkü direnmek için kendilerini güçsüz hissediyorlardı. Gerçeklik algıları değişmişti ve artık bir deneyde olduklarını algılayamıyorlardı.
Beşinci gün, mahkumlar ve gardiyanlar arasında yeni bir ilişki ortaya çıkmıştı. Artık gardiyanlar işlerine daha çabuk kendilerini verir olmuşlardı. Artık 3 çeşit gardiyan modeli oluşmuştu; hapishane kurallarının dışına çıkmayanlar, mahkumlara iyi davrananlar ve mahkumlara kötü davranmayı kendine adet edinenler. Mahkumlar, davranışlarına göre gardiyanlara “Takma İsimler” bile bulmuşlardı.
Beşinci günün gecesi, açık görüşün ardından bazı mahkumların aileleri araştırma sorunlusu ile görüşüp, bir avukatla görüşmek istediklerini ve oğullarını buradan çıkarmak istediklerini söylediler. Ertesi gün, hapishaneye bir avukat çağırıldı ve mahkumlar ile tek tek görüşmesi sağlandı. Avukat, bunun bir deney olduğunu bilmesine karşın mahkumlara bir takım standart yasal sorular sormaya başlamıştı. Artık deneyin bitirilmesi gerektiği açıkça görülüyordu.
kaynak:https://serbestkalem.wordpress.com/2012/03/17/stanford-hapishane-deneyi/
0 yorum:
Yorum Gönder